Üyelik Girişi
Videolar
ADAM OLMAK

                                                                                          Uğur ABCA

ADAM OLMAK

İlçemiz yıllardır olanaksızlıklar nedeniyle göç vermekte bunun en büyük nedenlerinden biri de halk önderlerinin ve yöneticilerinin bize sadece Ilgaz dağını veya ardındaki başkenti gösterebilmeleri. Oysaki insanların ufkunu açmak için Ege’yi, Akdeniz’i, Çin’i okyanusu düşlememizi sağlayacak; ”Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir.” diyen bizlere okyanusları hedefleyen büyük düşünmemizi sağlayacak bilge insanlara ihtiyacımız var. Yoksa ki menfaat peşinde koşan asalak ve bukalemunlar her yerde var.

Bu göçler niçin yaşanmıştır. En önemli şey özgür birey olarak sağlık eğitim vb. hizmetlerden yararlanmak her insanın hakkıdır. İlçemizde yıllardır yeterli ve donanımlı eğitim kurumları açılmamıştır. İlçemizde yaşlı nüfus geriye göçü sağlamaktadır fakat onlarında önünde en büyük sorun sağlık ve doğal gazın olmayışıdır.  Doğal gaz için Kasyö- Der. Genel başkanıyken bir dizi girişimlerde bulunduk aynı yüksekokul gibi bunda da yerel yöneticilerin ve siyasilerin sahiplenmemesi sonucu gerçekleştiremedik. Ulaşım için hala lastik tekerlekli çözümler peşinde koşulmakta oysaki raylı sistem en doğrusudur. Bu konularda ki ısrar ve takibimiz sürmektedir. Şimdi sizlere bu göçü hızlandıran, yaşadığım gerçeklerden bazı kesitler sunacağım.   

Burada sizinle bir anımı paylaşmak isterim görev yaptığım mahallede yılın büyük bir bölümü Araç çayı geçit vermez on beş dakikalık Kastamonu-Karabük asfaltına tek ulaşım aracı olan traktörle doksan dakikada patika yol iziyle ulaşabilirdik.

Bu güçlüğü yenmek Araç çayına asma köprü, sesimizi duyurabilme pahasına mahalle meydanına kütüphane ve Atatürk anıtı yaptırdık. Şu an köylü devlet işbirliğiyle aynı bölgeye üç köprü yapıldı ama kapı kilitlemede geç kalındı.

Eğitim öğretim için okul binasını, ibadet için camii kendi olanakları ile imece usulü yapan mahalleliler devletten sadece öğretmen hizmeti alıyordu.  Dini vecibelerini yerine getirebilmek için imamın giderlerini kendileri karşılıyorlardı.

Bir sabah gene mahallelilerin kendi güçleriyle yaptıkları kaldığım yerin kapısı çalındı. Kapıda mahalle öğrencilerimden bazıları “öğretmenim Osman’ın gelini hastalanmış sizi çağırıyorlar” dediler. Hemen giyinip evin avlusunda toplanan kalabalığa karıştım.”Hatce Nine - oğul bugün Cuma herkes pazara gitti. Hacıgilin traktörüyle gelini yetiştirelim” dedi. Ne olduğunu anlamama fırsat vermeden traktörü kapının önüne getirmiştim. Yola çıktık çamurluğa ve tekneye doluştular. Ben panik halinde ilerlerken amortisörü olmayan bu araç çok sarsılıyor bu da hamile geline acı veriyordu. Sızlanmalar bağırışlar içinde Nahiye ’ye indik kahve önüne. Tekerleklerin attığı çamur her tarafımıza sıvanmıştı. Onları taksiye bindirdik geriye meşakkatli yolla döndük. Günler sonra kucağında bebeğiyle gelen gelini görünce tüm zorlukları unuttuk.

Mayıs ayının ilk haftaları akşamları sohbet eder ya da televizyon seyretmeye bezin istasyonunda ki dinlenme tesisine giderdik. Çünkü elektrik yoktu aküyle çalışan televizyon ise karınca yuvasından ya da yabancı sesten başka bir şey göstermiyordu. Dolunay vardı dinlenmek için alağın önünde oturmuş sohbet ederken mahalleliler ey öğretmen elin oğlu on-on beş yıl önce şu nura erişmeyi başarmış onunla da kalmamış Hz. Peygamberimizin bir gün mağrıb’tan maşrıp görünecek, duyulacak dediğini radyo ve televizyonla gerçekleştirmiş. Bizim şu halimize bak çamur çökrek içinde onların bulduklarından yaralanmak için helak oluyoruz. Biz neyiz?  Elektrik yok, su yok. Araç çayından sırtta taşınır bakraç veya güğümle. Kanalizasyon yok. Süt, yoğurt, yağ, ayran yap ihtiyaç fazlası zayi olsun pancar yetiştir, parasını bir sene sonra o da evdekilerin yevmiyesi değil. Karı çocuklar dersen köyden çıkamaz tek eğlenceleri düğün dernek sonra hep aynı döngü para yok pitrik yok ne lan bu, ben gidiyan arkadaşlar bu yazgıyı değiştirecem. Sabah olduğunda hakikaten Hamit ve Aziz İstanbul’un yolunu tutmuşlardı.

Araç merkezde jeep durağı vardı. Burada gurbetten gelenleri sevdiklerine, yavuklularına kavuşturmak için bekleyen taşıtlar. Onlarla köylerine ulaşanlar şehirlerarası otobüse verdikleri bilet ücretlerinin üç- beş katını bu jeeplere ödeyince ilk okumalarını yapar, sonra düğün borcu çocukların ve ailenin ihtiyaçları için ayrı kaldıkları yavuklularına kavuşmanın sevinci sarar.

Birkaç gün köyde ihtiyaçları görür alınacakları alır borçlanır ödemek için hadi gene gurbete. Bundan bıkan bazıları ise kavga dövüş içinde dargınlıkla çoluk çocuk toplar gurbete bir ocak odaya sığışır. Bayramda aile büyükleri ile bayramlaşmaya gelince öğretmenim bizimkiler seni sever sayar sen bir konuşta hadi bize gidelim derlerdi. Onlarla birlikte yaşam koşullarını burada yaşamanın zorluklarına aileyi ikna eder mutlu sona ulaşırdık. Çünkü onlarda yaşam koşullarından bıkmış sabahın köründe bostanı sel sularından Ilgaz’ın eriyen kar sularından korumak için domuz damı yap ağaç kazık ve direklerle ör ortasını taşla doldur bir de ağaç keserken ormancı korkusu cabası. Kendi koruduğun koruluktan ihtiyacın için buradaki ata toprağını korumak ürün elde etmek için devletin sorgusundan kaç.

Bu insanların bu topraklara tutunmasında benim ne gibi katkım oluru düşündüm, araştırdım. Mahallede ve civar köylerde arıcılık pek yaygın değildi. Olanlarında birkaç tane kara kovanı var, ona da dededen kalma usullerle bakıyorlar verim ve ürün yeterince alamıyorlardı. Kalitesi yüksek bu bal çok pahalı idi. Arıcılığı nasıl geliştirebilirdik. Ben neler yapabilirdim. Bu düşünceyle ilçe tarım müdürlüğüne gittim. Oradan nasihat aldıktan sonra, Türkiye Zirai Donatım Kurumuna uğramam söylendi. Arıcılık için bana kovan gerekli dedim. Fenni kovan mı dediler. Ellerinde ki resimden kovan seçip ayrıldım. Bir ay sonra İlçede ki öğretmenler toplantısına gittiğimde uğradım kovanlar karşımda idi.

(her ayın ilk cuma günü ilçe milli eğitim müdürlüğünde toplantı yapılır. Öğretmenler hem maaşını alsın hem de birbirlerini görüp ihtiyaçlarını gidersin diye.)  Kovanları aldım yol zahmetini sevincimle karşılayıp mahalleye ulaştım. Sadece kovan işi çözmüyordu. Arıcılık malzemeleri Safranbolu’da satılıyordu. Cumartesi oranın pazarı idi. Gerekli alışverişi yaptıktan sonra, satıcıya bilgi eksikliğimi nasıl gidere bilirim diye sordum. Hemen kovanın başına geçti bildiği teknikleri bize anlattı. Arıcılıkla ilgili kitap verdi. 1976 yılı baharını iple çekmeye başladım. Çünkü kara kovandaki arılar baharla birlikte çoğalacak ana arı kovanda birden fazla olunca oğul çıkaracaktı. Bizde onu yeni yuvaları fenni kovana yerleştirecektik. Nihayet beklenen gün geldi. Bahçeden Mehmet bağırıyordu. Öğretmenim koş oğul dala kondu. Çıta ve peteklerini düzenlediğimiz kovanı ağacın altına getirdik. Tüm arı üzüm salkımı gibi sarkıyor, birbiri üzerinde geziyordu. Maskelerimizi giyip elimizde körüklerle dalı kovanın içindeki çıta ve peteklerin üzerine siliktik. Bu ilk heyecanla arıların kovana giriş çıkışlarını gözlüyor sonra çıkacak oğulları takip ediyorduk. Hafta başı döndüğümde bizim kovanlar dolmuştu. Tatilden döndükten sonra güzün arıların sağım zamanı gelmişti. Kovanlara koyduğumuz katların üst tahtalarını açtık. Körükle arıların ana bölmeye geçmesini sağladık. İlk çıtayı çekerken” la boşuna uğraşıyorsunuz eski köye yeni icat mı getireceksiniz” diye bizleri eleştirenleri düşünüyordum. Sahiden arılar alışık olmadığı bu yeni evlerine ya da bizlere kızmış çıkardıkları baldan bizi mahrum mu etmişlerdi. Bu karmaşık ve yaptığım işin doğruluğuna kendimi inandırarak ilk çıtayı çektim. O ışıl ışıl her milimetresi aynı ölçüde içi bal dolu çıta elimdeydi. Biraz endişeden birazda arıların korkusundan terden sırılsıklam olmuştum. Ama umurumda değildi başarmıştım. Diğerlerini de sağarak ürünümüzü aldık. Hafta sonu tüm mahalleye bal ziyafeti çektik. Bunu birazda bizi eleştirenlere karşı yapıyorduk. Bizim yaptığımız iş düğünlerde, mevlitlerde anlatılır olmuş. Necip Usta kovanları inceledi ben bunların alasını yaparım dedi. Birlikte ölçülerine uygun kovanlar yaptık. Artık petek hariç her malzemeyi kendimiz yapıyorduk. Peteği de bal mumu biriktirip İstanbul’da ( Mecidiyeköy şimdi yerinde avm yükseliyor.) döktürüyorduk.  Bu çabalarımız boşuna gitmemiş mahallemizden ve çevre köylerden birçok çiftçi, öğretmen, imam arı edinmişti. Hafta sonları onlara yardım etmeye gittiğim çok olmuştur. Çünkü bizler Köy Enstitülerinin esintileriyle eğitim almıştık. Birkaç yıl sonra ben Mamak Kampına, arılar ise Varroa (arı biti) zararlısı nedeniyle söndüler.

Şu an o bölgede arıcılığa devam eden aile bütçesine katkı sağlayan birçok aile var.   

Doğada en değerli besin maddelerinden biri arının çıkardığıdır. Çünkü arı balı bulunduğu yörenin florasından çiçeklerin döllenmesini sağlayarak elde eder. Yediklerinden dolayı ürettiği de son derece şifalı, saf, temiz ve katkısızdır.  İşte insanda ne yerse onu çıkarır. Bu nedenle evlatlarımıza yedirdiklerimize dikkat etmeliyiz. Zira arı insanlığın soyunun devamı için kutsalsa, insanda gelecek için önemlidir.

Ekonomik, siyasi, eğitim ve kariyer nedeniyle doğduğu topraklardan ayrılanlar, vefa borcunu yörelerini gururla sahiplenerek fazlasıyla yerine getirmektedirler. Hariçten gazel okuyan göçebe değillerdir.  

Bu nedenlerle çevremizde yetişen değerlere sahip çıkalım. Unutmayalım ki gurur kıskançlık ve hırs insanların kalplerini körelten üç ateştir. Zira insanlar öbür dünyaya od’unuda, odununu da fani dünyadan getirir. Önemli olan bu gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir.    

Kendi şahsi çıkarlarını bir kenara bırakıp, yaşamını Ulusun varlığına adayan Mustafa Kemal ATATÜRK  “  Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki, bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir. Verimli neticeleri kalpleri doldurur.”  Demiştir.      

 

 

  
1550 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam9
Toplam Ziyaret101569