NEREYE GİDİYORUZ? Mülteciler akını, emperyalistlerin ülkeleri bölmek için uyguladığı bir yöntemdir. Bu yöntem, “stratejik göç mühendisliği” olarak adlandırılabilir. Peki nasıl işler? Önce sınır bölgemizdeki ülkelerde terör veya iç savaş yoluyla kargaşa çıkarılır. Böylece ülkeniz “yoğun göçler” almaya zorlanır. En insani yanınızdan, yani merhamet duygunuzdan vurulursunuz. Medyada gece gündüz zor durumda kalan insanların dramları pompalanır, siz de kucağınızı açmaya yönlendirilirsiniz. Kucağınızı açtığınızda ise bir bakmışsınız, kim olduğunu bilmediğiniz yüz binlerce, hatta milyonlarca mülteci kucağınızda. Deniz kıyısında kumsala vuran Aylan Bebek’in trajedisi bunun en çarpıcı göstergesidir. Ama kimse, o bebeği o hale kimin getirdiğini sorgulamaz; sadece duygu sömürüsü yapılır. Değişim önce mahallelerde, sonra bölgelerde ve şehirlerde başlar. Çevreniz yabancılaşır: dili farklı, kılığı farklı, tavrı farklı insanlar etrafınızı sarar. Bir gün bakarsınız, kendi mahallenizde, kendi şehrinizde azınlık durumuna düşmüşsünüz. Ardından mülklerin el değiştirmesi başlar. Doğup büyüdüğünüz mahallede artık kendinizi güvende hissetmiyorsanız, sıra topraklarınıza gelmiş demektir. Yabancılaştığınız o yerden bir an önce gitmek istersiniz. Sonuç bellidir: Siz satarsınız, onlar alır. Göçmenler zamanla vatandaşlık elde eder. Seçme–seçilme hakkı kazanırlar. Büyük gruplar halinde vatandaşlığa geçtiklerinde, seçimlere katılır, oy kullanır, seçer ve seçilirler. Başlangıçta masumane duygularla karşılanan bu süreç, aslında emperyalistlerin planının bir parçasıdır. Onlar, kendi ülkelerinin geleceğini korumak adına size dolar ve euro vererek mültecilerin ülkenizde yaşamasını sağlar. Orta Doğu’da, özellikle nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkelerde “demokrasi” ve “bahar” getirme bahanesiyle kargaşa çıkarırlar. “Başkalarının düşmanı benim dostumdur” felsefesiyle hareket ederek, insanları yerinden ederler. Böylece bölgedeki istikrarlı ama ekonomisi zayıflamış ülkelere göç akışı yönlendirilir. Emperyalistler sadece para yardımı yapmakla kalmaz. Sığınmacıların kalıcı olabilmesi için barınma, sağlık, iş ve okul ihtiyaçlarını karşılayacak binalar da yaptırırlar. Bugün ülkemiz topraklarında bu amaçla yüzlerce bina inşa edilmeye başlanmıştır. Amaçları açıktır: Mültecilerin ülkelerine dönmesini engellemek ve kalıcı olmalarını sağlamak. Bu yolla da o ülkenin demografik yapısını bozmak. En önemli etki ise ucuz iş gücü olarak, iş hayatına katılan bu kişilerin ülkede işsizliği artırmasıdır. Bunun yanında suç oranlarında da artış beklenir. Tarih bize önemli dersler verir. Osmanlı İmparatorluğu, Filistin topraklarının tapusunu orada yaşayan Filistinlilere vermişti. Ancak zaman içinde, bu topraklar yüksek fiyatlar karşılığında Yahudilere satıldı. Böylelikle İsrail Devleti topraklarını genişletti. Bugün torunlar, atalarının öngörüsüzlüğünün bedelini yaşamaktadır. Geçmişinden ders çıkartıp, geleceğe yön verenler, yarınlara kalanlardır. Bizler, laik, demokratik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularıyız. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin önderleri, bu günleri görerek uyarılarda bulunmuş ve resmi gazetelerde gerekli kanunları yayımlamıştır. “Türk soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu %10’u geçemez.”(Resmi Gazete – 21 Haziran 1934 Normal şartlarda savaş veya zor durum nedeniyle kendi topraklarını terk edenler arasında ilk önce kadınlar, çocuklar ve yaşlıların gelmesi beklenir. Geldikleri bölgelerin sınırları, kuralları ve kanunlarına göre kabul edilir; durumlarına göre geçici misafir edilirler. Ancak bizim ülkemize gelenlerin çoğunluğu 15–30 yaş aralığında genç erkeklerden oluşmaktadır. Özellikle Afganistan’dan gelenler arasında, ABD güdümlü Taliban’dan kaçtığını söyleyen, savaş tecrübesi olan erkekler dikkat çekmektedir. Oysa bizim atalarımız, ülke topraklarını savunurken hiçbir zaman başka ülkelere kaçmamış, kaçmayı dahi düşünmemiştir. Her karışı kanla sulayarak bize bağımsız bir vatan bırakmışlardır. Hatta “Hey On Beşli” ağıtları, liselilerin, tıbbiyelilerin, eli silah tutan kadın ve erkeklerin cepheye koşmasının hikâyesidir. Kendi topraklarını yurt bilmeyen, savunmayan ve kaçanlar, geldikleri ülkeyi de zamanla talan ederler. Evet, biz Türk milleti, tarihin hiçbir döneminde zulümden kaçana sırtımızı dönmedik. Onlara kapımızı açtık, insanlık görevimizi yerine getirdik. Hiçbir zaman ırkçılık yapmadık; daima mazlumun yanında olduk. Ama bugün gelenlerin birçoğu kendi ülkelerinde mücadele etmek yerine, komşu ülkelere dahi gitmek istemeyip Avrupa’ya ulaşmayı hayal ediyor. İşte bu noktada sormamız gereken soru şudur: Biz nereye gidiyoruz? Sorunun cevabı basit değil, ama gerçek şu: Eğer biz uyanmazsak, geleceğimizi kendi ellerimizle teslim edeceğiz. |
51 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |